Az önce arkadaşıma sordum da,
aklıma geldi. Ben nası yaşiycam lan böyle.
Durumlar kötü. Son 2, 3, 5 ay içinde
çok sıkıntı durumlara girdim çıktım. Aslında eften püften
şeyler, ama bende sıkıntı yaratıyor. Durumu kötü yapan şey de
bu. Eften püften şeyler beni mahvediyor.
Sanırım, ama sanırım bir anksiyete
bozukluğu problemim var. Gittikçe de ağırlaşıyor gibi geliyor.
Aşırı ve sürekli evham hali var mesela. “hahah, çok güldük
kesin başımıza bişey gelecek” inancının adeta yandan yemiş
bir versiyonunu yaşıyorum. Mesela otobanda araba kullanırken
aklıma zank diye bi düşünce geliyor, diyorum ki şimdi diyorum bi
anda kendi kendime direksiyonu tam sağ kırsam ne olur? Süratim
100. Ölürüm herhalde diyorum. Peki bunu yapmama engel olan ne? Şu
anda bi anda kendi hayatımı ve muhtemelen başkalarının hayatını
3-5 adet kasım ve bu kasıma belli sinyaller gönderen bi beyin mi
kontrol ediyor diye soruyorum. Anında beynim görüntüler
peydahlıyor, kaza sahneleri; dostlarımın, sevdiklerimin, ailemin
hâli, hastaneler, koşturmacalar, telefonlar; neler neler! Ve anında
bir çarpıntı basıyor beni, sol göğsüm inanılmaz derecede
ağırlaşıyor, sanki kilo kilo içeriye kürekle taş
dolduruyorlar. Sancılar artıyo, çarpıntı, nefes alış verişim
hızlanıyor ve ben “aha çarpıntı geldi” dediğim anda; yani o
çarpıntıyı realize ettiğim anda o çarpıntı daha da
ivmeleniyor: Bu sefer beynim geçmişteki tecrübeleri gereği “ulan
tansiyonum düşmesin? Şimdi araba kullanıyorum, tansiyonum düşer
bayılır gidersem valla kaza yaparım” falan diyip bütün olayın
içine daha çok sıçıyor ve gene zihnimde hastaneler ve dostlar
ve gene “aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” laflarını
işiten ailemin ilkin “bişey olmamıştır” diyerek bir süre
eve gelmemi bekleme hali ve ardından benden hala haber alınamaması
nedeniyle içlerine düşecekleri iğrenç sefil durum ve (inşallah
bişey olmamıştır yönündeki) duaların adeta kabul olmama
haliyle birlikte benim gitmiş olmam fikri. Benim süratimi düşürüp
bütün konsantrasyonumu yola verip kafamı dağıtabilmek için 2
saniyede bir bütün dikiz aynalarımı kontrol etmeye girişmem,
arabaların plakalarını falan okumaya çalışmam veyahut ne
bileyim; beni gerçekliğe kavuşturabilecek herhangi bir dal aramam
ve bütün bunların aslında tam olarak benim zihnimin peydahileri
olduğunu adım gibi biliyor olmama rağmen (ve zaten oldukça
mantıklı düşünebilen bir insan olmama rağmen) bir türlü o
zihin dünyasının zincirinden kurtulamam; bütün bunlara mütakip
kendime daha çok acımam, keyfimin daha çok kaçması vesaire
vesaire vesaire.
Neyse ki bugüne kadar başıma kötü
Bir şey gelmedi bu şekilde. Sakinleştikten sonra sırılsıklam
buluyorum tabii kendimi terden merden. İlginç, ne zaman ki
otobandan sapıyorum Sabiha Gökçen sapağına; o zaman
rahatlıyorum. Arabalı olaylardan girdim devam edeyim mesela: Birine
demişim ki saat bilmemkaçta seni şuradan alıcam demişim. Marşa
basıyorum, hayvan gibi erken çıkıyorum yola zaten sıkıntı
olmasın diye. Bu sefer beni tamamen saçma şeyler alıp götürüyo;
orada nereye çekerim arabayı, oraya girerken şöyle sert bi viraj
var bak orayı unutma, birileri gelip rahatsız eder mi arabanı
koyma buraya diye, arabada mı beklesem yoksa bi yere çekip dışarıda
mı beklesem, birileri acaba arabanın başında olmazsam camımı
falan kırar mı (memleket şerefsiz dolu), belki lastiğimi falan
indirirler bi de onla uğraşmak gerek, boşver sen iyisi mi arabada
otur... Belirsizlik o kadar geriyor ki beni, ben gideceğim yere
kadar tetikte gidiyorum. Ne zaman ki arkadaşımı alıp varacağımız
yere varıyoruz, ben kontağı kapatıyorum; o zaman işin büyük
kısmı bitiyo. Bu sefer de ben arabama geri dönene kadar “acaba
bişey olmuş mudur, acaba biri çizmiş midir, acaba bi binadan
saksı düşmüş müdür” diye akla hayale gelebilecek her türlü
ihtimali ISRARLA aklıma getirip evham yapmak suretiyle çarpıntı
peydahlıyorum kafamda. Okulumun otoparkına bile bıraksam arada
sırada güm diye bi fikir iniyo aklıma, bir görsel, bişey; ve
geriliyorum. İstiklalde yürüyosam 10 dakikada bir çantamı
kontrol ediyorum, arabanın anahtarlarını aldım di mi diye veyahut
her seferinde bunu yaşadığımı bildiğim için arabayı
kilitleyip kapıları kontrol etmiş olmama ve kendi kendime “bak,
kitledik tamam mı, açılmıyor işte, unutma” dememe rağmen
“ulan acaba kitledi miydim ben bu arabayı ya” diye gerilir
buluyorum kendimi.
Sonsuz bir evham halinin sadece
arabalı günlerimle ilgili olan kısmından bahsetmiş bulundum ki
bu sadece olayın minik bir parçası. Dün mesela. Saat 19:00'da
telefonumun şarjı bitti. Arkadaşlarım geleceklerdi, onları
bekliyordum. Beynim başladı hemen: “Acaba ne yaptı bunlar...
İşlerini hallettiler mi? Gelirler di mi birazdan? Söylediklerinden
bi yarım saat erken henüz. Kırk dakikaya falan gelirler. (yarım
saat sonra) Gelmediler. Nerdeler acaba. Ulan daha kesin evden bile
çıkmamışlardır. Belki de bi aksilik oldu bana ulaşmaya
çalışıyorlar, ulaşamıyolar. Kesin öyle oldu. Onların da aklı
bende kalmıştır. Gidip şarj istesem mi? Ama burada şarj yok ki.
Türksele giderim? Gidemem, burada bekliycem sizi dedim. Beni
bulamayıp giderlerse ne olacak? Off.” Al sana eften püften
çarpıntı. Tık tık tık tık diye başlıyo hemen şerefsiz.
Biraz daha kurcalayınca içinden daha büyük şeyler çıkıyo. Ve
çok ilginç bir şekilde bazen adeta mazoşist bir edayla beynim
“aha çarpıntım var, acaba başka zamanlarda nelerden dolayı
çarpıntı oluyorum” diye kendi kendine sorup seneler önceki
(neyseki hafızam çok iyi değil) defterleri açıyor, atıyorum
bana gayrımeşru çocuklar hayal ediyor veyahut bir anda artık
göremediğim dostlarımdan birini bir uyuşturucu batağına falan
saplıyor kendi kendine. Ben gene ölüp ölüp diriliyorum olduğum
yerde.
Sokakta sevdiğim kadınla kol kola
yürüyorum ve o kadar “alert” bir haldeyim ki DAİMA, “ülkücüler
gelip dövmesinler lan? Of bugün maç varmış, olay mı çıkar?
Biri sevgilime laf atarsa ne yaparım lan? Saldırır mıyım? Lan
salak, sen ne anlarsın kavgadan. Mecbur duymamazlıktan geleceksin –
neyse ki klasik erkek triplerim yok. Artık İstanbul da güvenli bir
yer değil, bomba momba olur lan buralarda... Hay şu istiklal
caddesinde polislerden de sıkıldım, tabancaları da bize doğru
duruyo kendi kendine ateş alsa...” deeerken, HOOOP! Sevgilimin
başından saplanmış bir makineli tüfek mermisi ve benim suratımın
kanlara boğulduğu bir sahne capcanlı karşıma geçiveriyor ve ben
kendimi çarpıntıların en büyüğü içerisinde hayal ediyorum;
çaresiz, ve deli gibi ağlıyor sevdiği başından vurulmuş Eren,
etrafta çığlıklar ve insanlar koşuyor ve ben yüzümü
sevdiğimin kanına boğuyorum (ve yazarken bile ağlıyorum anasını
satiym) ve bütün hayatım mahvoluyor ve bir daha asla sevemiyorum
ve bir daha asla bilmemne ve bir daha asla başka bir bilmemne, şudur
budur, arabesk arabesk saçmalıklar, ve o anda (neyse ki) yanımdan
dürtüyor sevgilim bütün tatlılığını gözlerinde toplamış:
“eren, iyi misin?”
Evet iyiyim. Hep iyiyim zaten. İyi
olmazsam herşey daha da kötü olur gibi geliyor. Kötü olduğunu
söyleyemiyosun. Kötüyüm demeyi düşündüğüm anda süper
beynim performansından ödün vermiyor ve benim için üzülen,
endişelenen bir sevgili portresi çiziyor; ardından zamanı bir
nefes gibi geçirip bir süre sonra benim bu evhamımı (haklı
olarak) çekemeyen birine dönüştürüyor sevgilimi ve biz kavga
gürültü ayrılıyoruz ve ben gene “o gün bu gündür bi daha
sevemedim” adamları oluyorum ve gene yalnız kalıp ölüyorum
vesaire, vesaire, saçma sapan. Kötü olduğunu söyleyemeyince ne
oluyor? Paylaşamıyorsun. Paylaşamayınca içine tıkıyorsun
sürekli. Sürekli o içine tıktığın tamamen FARAZİ saçmalıklar
silsilesi, iki gün sonra bambaşka bir alakasız ortamda bambaşka
rollerde seni yiyip bitirmek için adeta hazırlanıyorlar ve o kadar
başarılılar ki, tam doğru zamanda doğru yerde ortaya çıkıp
bütün keyfimi kaçırıyorlar. Bir çoğu ise artık karakterime ve
davranışlarıma işlemiş biçimde ve beni engelliyor, zihnimi
darlıyor, ruhumu kapatıyor; korkak, çekinik, edilgen bi insana
dönüştürüyor.
Şikayet edemiyorum. İnsanlara
kızamıyorum. Laf edemiyorum. Hiç bişey. Birine kırılsam bile
gururumun içine sıçıp yutuyorum o kırgınlığı. Neden? Çünkü
hoşuma gitmeyen bir x'i ifade ettiğim anda karşımdakiyle
tartışmaya başlayacağımı, karşımdakinin de yeter ulan dediği
bir hali canlandırıyorum gözümün önünde. Bunca zamandır aynı
sırayı, aynı müziği, aynı hayatı kimi zaman paylaştığım
birini bir daha göremeyecek olmak fikri geliyor aklıma. “Eren çok
yanlış yaptı” diyor yeni arkadaşlarına. Ben “yanlış yapan”
olarak tanınıyorum. Ben silinmiş oluyorum. Birini kaybetmiş
oluyorum, ama kimse beni kaybettiği için üzülmüyor oluyor.
Beynim olası senaryoların en kötüsünü her zaman hazırlayıp
önüme sunuyor! Sevilmeyen Eren, önemsenmeyen Eren, yalnız Eren.
Aptal Eren, dar görüşlü Eren, insanları bıktıran, darlayan,
küt kafalı odun Eren. Eren ileri Eren geri. Benim beynim üretiyor.
Benim beynim susmuyor, ben atıyorum içeriye hüüp diyerek,
susuyorum karşımdakine.
Tartışamıyorum ki kimseyle? En ufak
bir gerginlik, ama en ufağı; bir yanlış anlama olsun, bir imalı
laf olsun, herhangi bir saçma sapan şey anasını satayım lan,
normalde karşılaşsan hiç siklemeyeceğin birşeycik bile olsa,
anında pıt pıt attırıyor kalbimi ve devamını anladınız zaten
artık sanırım. Nabzımı yükselten herşeyden uzak duruyorum
adeta. Koşunca bile mesela kalp atışlarım hızlanıyor ve ben
ısrarla “anaa kalbim hızlandı lan, aynı çarpıntı gibi”
diyip bi anda çarpıntıya dönüştürüyorum ve bu sefer yolda
koşarken kalp krizi geçirtiyorum kendime, çünkü senelerdir
tatlıları yiyorum, ve her yerim ağrıyo zaten ve ben kesin
hastayımdır, bi doktora gitmem gerek ama bi doktora da gidemiyorum
çünkü hastanelerden geriliyorum, o yüzden kesin hastayım lan
ben, birazdan da düşücem, insanlar toplanıcak ve falan ve filan
ve çıldırıyorum.
Çıldırmıyorum tabii. Geçiyo. Çoğu
zamanım gülerek eğlenerek geçiyor. Ama belli kodlar var kafamda
onları kıramıyorum. Alkollü danslı ortamlarda geriliyorum, artık
babamın bile süratli kullandığı araçta geriliyorum, tartışınca
geriliyorum, sınıfta biri “hocam ama bu arkadaş şu an düpediz
ayrımcılık yapıyo” denilince geriliyorum, her türlü
anlaşmazlıktan, huzursuzluktan, tekinsizlikten geriliyorum ve ben;
her seferinde daha daha daha çok itiliyorum kabuğuma ve artık
Yaşlı Eren olarak dalga geçiliyorum ve “gençliğinin tadını
çıkaramıyor” oluyorum ve ayak uyduramıyorum ve ayak
uyduramadığım için ortamı bozan, sıkan, darlayan; pür bir
gazla “hadi abi şunu yapalım” dendiğinde şaka olduğunu
bildiğim halde 2 dakikacık ciddiyetimi bozmayıp “aman abi, onun
şöyle tehlikeleri var tavsiye etmem” falan diyip muhabbetin içine
sıçıyorum, kendimin içine sıçıyorum falan filan.
Peki soruyu tekrar soruyorum. Ben,
böyle nasıl yaşiycam lan? Şimdi yeni modam bu. Beynim bu ara
bunla çok meşgul. Sokakta rahat yürüyemezsin, bi anın tadını
çıkaramazsın, sürekli evhamdan panikten insanlara, sevdiklerine
konsantre olamazsın, aşırı derecede sakin olmasını istediğin
hayatın seni dostlarından sevdiklerinden uzaklaştırıyor, e hasta
mıyım değil miyim diye doktora, psikoloğa gitsem ortam beni deli
gibi geriyor, ondan da korkuyorsun; bi dişimi çektirsem düşüp
bayılıcam; ulan altı üstü sahnede önünde yanıp sönen ışıklar
nedeniyle kendini bi anda uyuşturucu alıp sahneye çıkmış ve
filmin biraz ilerisinde sahnede bayılıp düşüp ölecek adam gibi
hissediyosun ve çarpıntı başlattırıyosun ve adeta bu durumdan
güç bela paçanı ayılıp bayılmadan kurtarıyorsun! Onu
yapamıyosun, bunu yapamıyosun! Bi gün pankreasım patliycak,
götümde çıban çıkıcak, ne bileyim böbreğim çürüyecek
çünkü yalın ayak geziyorum, veya akciğerlerim dolacak yaz kış
donla geziyorum! AMELİYAT OLCAN LAN BELKİ Bİ GÜN, ne yapıcan?
Sana anesteziyi verirken ne yapacaksın? Gözlerin bozulacak,
çizdirmek isteyeceksin, lokal anesteziyle yapamazsın ki sen onu?
Masada kalırsın vallahi çarpıntıdan. Anestezi geçecek belki
sonra o iğrenç his, vücudun ağırlaşması, kendini bilememek,
yiyememek içememek hali belki, iğrenç şeyler ve gene gerginlik
gene sıkıntı.
Ne yapıcam olum ben?