25 Eylül 2012 Salı

Tarifsizlik.


Dokunsan bi bana neler fışkıracak ruhumdan, haberin yok. O kadar çok kelime, o kadar çok an, o kadar çok his, o kadar çok soru ve o kadar çok cevap geliyor ki zihnime; bütün bu "o kadar çoklardan" anlamlı bir metin oluşturabilmek; artık beynimle bile değil, salt ruhumla ancak algılayabildiğim anlamı sana izah edebilmek adeta imkânsız bir hâl alıyor. Kayboluyorum, anlar, hisler, sorular ve cevaplar okyanusunda. 

İlginçtir ki, kaybolmayı seviyorum bi yandan. Yaşadığım yoğunluk göğsümden dışarı fırlamak istiyor sanki, yukarı çekiyor bedenimi. Gözlerim gökyüzüne doğru yöneliyor. Hissettiğim, algıladığım fakat bir türlü izah edemediğim, edemeyeceğim bu şeyler adeta bir ritüele dönüşüyor benim için. Tanrılara "bereket" için sunulan bir "kurban" gibi: bir yandan ruhumu beslemek için diğer taraftan ruhumun kanını akıtıyorlar. Daha da çok karışıyor zihnim ve ben gene ne diyeceğini bilemez bir halde buluveriyorum kendimi. 

İşte bu gibi anlarda, tanımlayamadığım hislerim ve içinde bulunduğum ve aydınlık mı karanlık mı pek de belli olmayan saçma ritüel, varoluşumun bütün zayıf noktalarını izleyiciye teşhir ediyor adeta. Öyle ki içine girdiğim varlık ile yokluk arasındaki meçhul uzamda, meçhul bir forma sahip olarak, meçhul ve kimi zaman kendime dahi izah edemediğim gaip düşünceler etrafında dönüp duruyorum. Bütün bu farazi hâl, bi yandan fiziksel varlığımı fiziküstü bir düzlemde var ediyorsa da diğer yandan beni "gerçeklik" diye tanımladığımız bütün alanlarda çok daha zayıf kılıyor. İçine istemsizce düşüverdiğim bu soyut hâlin neden olduğu çift kutuplu keyif ve acı hisleri, diğer taraftan söylem, anlamlandırma ve dışavurma yetilerimin bana adeta kifayetsiz geldiği bu gaip ve geçici durum gerçek uzamda hâlen daha etten ve kemikten durup duran vücudumu tarifi mümkünatsız sıkıntılara ve evhamlara gark ettiriyor. Bedenim bu noktada zihnimden bağımsızlığını ilân ediyor. Neşe ile öfkenin birbirine bir türlü karışmayan ama birbirine sarılıp sarmalanmış bu aslında oldukça anlamsız hâlleri; en nihayetinde beyazların, güzelliklerin arasından sıyrılıp bana bir acı nesnesi olarak ulaşıyorlar ve ben, artık tarif edemediğim, hissettiremediğim, sadece benim anladığım ve bildiğim bir yığın hissin yanında, bir de bütün bunların neden olduğu dev bir acı ve hüzün ile de baş başa kalıyorum. 
En nihayetinde genellikle oldukça kısa bir süre boyunca yaşadığım ve tarifi mümkünatsız olsa  da ısrarla tarif etmeye çalıştığım bu ruh hâli, beni sana söylemek istediğim envai çeşit nosyon ile birlikte yapayalnız bırakıyor. 

Ben gene yutkunuyorum. 

4 Eylül 2012 Salı

Ne yapıcaz be Kâmil?


 Az önce arkadaşıma sordum da, aklıma geldi. Ben nası yaşiycam lan böyle.

Durumlar kötü. Son 2, 3, 5 ay içinde çok sıkıntı durumlara girdim çıktım. Aslında eften püften şeyler, ama bende sıkıntı yaratıyor. Durumu kötü yapan şey de bu. Eften püften şeyler beni mahvediyor.

Sanırım, ama sanırım bir anksiyete bozukluğu problemim var. Gittikçe de ağırlaşıyor gibi geliyor. Aşırı ve sürekli evham hali var mesela. “hahah, çok güldük kesin başımıza bişey gelecek” inancının adeta yandan yemiş bir versiyonunu yaşıyorum. Mesela otobanda araba kullanırken aklıma zank diye bi düşünce geliyor, diyorum ki şimdi diyorum bi anda kendi kendime direksiyonu tam sağ kırsam ne olur? Süratim 100. Ölürüm herhalde diyorum. Peki bunu yapmama engel olan ne? Şu anda bi anda kendi hayatımı ve muhtemelen başkalarının hayatını 3-5 adet kasım ve bu kasıma belli sinyaller gönderen bi beyin mi kontrol ediyor diye soruyorum. Anında beynim görüntüler peydahlıyor, kaza sahneleri; dostlarımın, sevdiklerimin, ailemin hâli, hastaneler, koşturmacalar, telefonlar; neler neler! Ve anında bir çarpıntı basıyor beni, sol göğsüm inanılmaz derecede ağırlaşıyor, sanki kilo kilo içeriye kürekle taş dolduruyorlar. Sancılar artıyo, çarpıntı, nefes alış verişim hızlanıyor ve ben “aha çarpıntı geldi” dediğim anda; yani o çarpıntıyı realize ettiğim anda o çarpıntı daha da ivmeleniyor: Bu sefer beynim geçmişteki tecrübeleri gereği “ulan tansiyonum düşmesin? Şimdi araba kullanıyorum, tansiyonum düşer bayılır gidersem valla kaza yaparım” falan diyip bütün olayın içine daha çok sıçıyor ve gene zihnimde hastaneler ve dostlar ve gene “aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” laflarını işiten ailemin ilkin “bişey olmamıştır” diyerek bir süre eve gelmemi bekleme hali ve ardından benden hala haber alınamaması nedeniyle içlerine düşecekleri iğrenç sefil durum ve (inşallah bişey olmamıştır yönündeki) duaların adeta kabul olmama haliyle birlikte benim gitmiş olmam fikri. Benim süratimi düşürüp bütün konsantrasyonumu yola verip kafamı dağıtabilmek için 2 saniyede bir bütün dikiz aynalarımı kontrol etmeye girişmem, arabaların plakalarını falan okumaya çalışmam veyahut ne bileyim; beni gerçekliğe kavuşturabilecek herhangi bir dal aramam ve bütün bunların aslında tam olarak benim zihnimin peydahileri olduğunu adım gibi biliyor olmama rağmen (ve zaten oldukça mantıklı düşünebilen bir insan olmama rağmen) bir türlü o zihin dünyasının zincirinden kurtulamam; bütün bunlara mütakip kendime daha çok acımam, keyfimin daha çok kaçması vesaire vesaire vesaire.
Neyse ki bugüne kadar başıma kötü Bir şey gelmedi bu şekilde. Sakinleştikten sonra sırılsıklam buluyorum tabii kendimi terden merden. İlginç, ne zaman ki otobandan sapıyorum Sabiha Gökçen sapağına; o zaman rahatlıyorum. Arabalı olaylardan girdim devam edeyim mesela: Birine demişim ki saat bilmemkaçta seni şuradan alıcam demişim. Marşa basıyorum, hayvan gibi erken çıkıyorum yola zaten sıkıntı olmasın diye. Bu sefer beni tamamen saçma şeyler alıp götürüyo; orada nereye çekerim arabayı, oraya girerken şöyle sert bi viraj var bak orayı unutma, birileri gelip rahatsız eder mi arabanı koyma buraya diye, arabada mı beklesem yoksa bi yere çekip dışarıda mı beklesem, birileri acaba arabanın başında olmazsam camımı falan kırar mı (memleket şerefsiz dolu), belki lastiğimi falan indirirler bi de onla uğraşmak gerek, boşver sen iyisi mi arabada otur... Belirsizlik o kadar geriyor ki beni, ben gideceğim yere kadar tetikte gidiyorum. Ne zaman ki arkadaşımı alıp varacağımız yere varıyoruz, ben kontağı kapatıyorum; o zaman işin büyük kısmı bitiyo. Bu sefer de ben arabama geri dönene kadar “acaba bişey olmuş mudur, acaba biri çizmiş midir, acaba bi binadan saksı düşmüş müdür” diye akla hayale gelebilecek her türlü ihtimali ISRARLA aklıma getirip evham yapmak suretiyle çarpıntı peydahlıyorum kafamda. Okulumun otoparkına bile bıraksam arada sırada güm diye bi fikir iniyo aklıma, bir görsel, bişey; ve geriliyorum. İstiklalde yürüyosam 10 dakikada bir çantamı kontrol ediyorum, arabanın anahtarlarını aldım di mi diye veyahut her seferinde bunu yaşadığımı bildiğim için arabayı kilitleyip kapıları kontrol etmiş olmama ve kendi kendime “bak, kitledik tamam mı, açılmıyor işte, unutma” dememe rağmen “ulan acaba kitledi miydim ben bu arabayı ya” diye gerilir buluyorum kendimi.
Sonsuz bir evham halinin sadece arabalı günlerimle ilgili olan kısmından bahsetmiş bulundum ki bu sadece olayın minik bir parçası. Dün mesela. Saat 19:00'da telefonumun şarjı bitti. Arkadaşlarım geleceklerdi, onları bekliyordum. Beynim başladı hemen: “Acaba ne yaptı bunlar... İşlerini hallettiler mi? Gelirler di mi birazdan? Söylediklerinden bi yarım saat erken henüz. Kırk dakikaya falan gelirler. (yarım saat sonra) Gelmediler. Nerdeler acaba. Ulan daha kesin evden bile çıkmamışlardır. Belki de bi aksilik oldu bana ulaşmaya çalışıyorlar, ulaşamıyolar. Kesin öyle oldu. Onların da aklı bende kalmıştır. Gidip şarj istesem mi? Ama burada şarj yok ki. Türksele giderim? Gidemem, burada bekliycem sizi dedim. Beni bulamayıp giderlerse ne olacak? Off.” Al sana eften püften çarpıntı. Tık tık tık tık diye başlıyo hemen şerefsiz. Biraz daha kurcalayınca içinden daha büyük şeyler çıkıyo. Ve çok ilginç bir şekilde bazen adeta mazoşist bir edayla beynim “aha çarpıntım var, acaba başka zamanlarda nelerden dolayı çarpıntı oluyorum” diye kendi kendine sorup seneler önceki (neyseki hafızam çok iyi değil) defterleri açıyor, atıyorum bana gayrımeşru çocuklar hayal ediyor veyahut bir anda artık göremediğim dostlarımdan birini bir uyuşturucu batağına falan saplıyor kendi kendine. Ben gene ölüp ölüp diriliyorum olduğum yerde.
Sokakta sevdiğim kadınla kol kola yürüyorum ve o kadar “alert” bir haldeyim ki DAİMA, “ülkücüler gelip dövmesinler lan? Of bugün maç varmış, olay mı çıkar? Biri sevgilime laf atarsa ne yaparım lan? Saldırır mıyım? Lan salak, sen ne anlarsın kavgadan. Mecbur duymamazlıktan geleceksin – neyse ki klasik erkek triplerim yok. Artık İstanbul da güvenli bir yer değil, bomba momba olur lan buralarda... Hay şu istiklal caddesinde polislerden de sıkıldım, tabancaları da bize doğru duruyo kendi kendine ateş alsa...” deeerken, HOOOP! Sevgilimin başından saplanmış bir makineli tüfek mermisi ve benim suratımın kanlara boğulduğu bir sahne capcanlı karşıma geçiveriyor ve ben kendimi çarpıntıların en büyüğü içerisinde hayal ediyorum; çaresiz, ve deli gibi ağlıyor sevdiği başından vurulmuş Eren, etrafta çığlıklar ve insanlar koşuyor ve ben yüzümü sevdiğimin kanına boğuyorum (ve yazarken bile ağlıyorum anasını satiym) ve bütün hayatım mahvoluyor ve bir daha asla sevemiyorum ve bir daha asla bilmemne ve bir daha asla başka bir bilmemne, şudur budur, arabesk arabesk saçmalıklar, ve o anda (neyse ki) yanımdan dürtüyor sevgilim bütün tatlılığını gözlerinde toplamış: “eren, iyi misin?”
Evet iyiyim. Hep iyiyim zaten. İyi olmazsam herşey daha da kötü olur gibi geliyor. Kötü olduğunu söyleyemiyosun. Kötüyüm demeyi düşündüğüm anda süper beynim performansından ödün vermiyor ve benim için üzülen, endişelenen bir sevgili portresi çiziyor; ardından zamanı bir nefes gibi geçirip bir süre sonra benim bu evhamımı (haklı olarak) çekemeyen birine dönüştürüyor sevgilimi ve biz kavga gürültü ayrılıyoruz ve ben gene “o gün bu gündür bi daha sevemedim” adamları oluyorum ve gene yalnız kalıp ölüyorum vesaire, vesaire, saçma sapan. Kötü olduğunu söyleyemeyince ne oluyor? Paylaşamıyorsun. Paylaşamayınca içine tıkıyorsun sürekli. Sürekli o içine tıktığın tamamen FARAZİ saçmalıklar silsilesi, iki gün sonra bambaşka bir alakasız ortamda bambaşka rollerde seni yiyip bitirmek için adeta hazırlanıyorlar ve o kadar başarılılar ki, tam doğru zamanda doğru yerde ortaya çıkıp bütün keyfimi kaçırıyorlar. Bir çoğu ise artık karakterime ve davranışlarıma işlemiş biçimde ve beni engelliyor, zihnimi darlıyor, ruhumu kapatıyor; korkak, çekinik, edilgen bi insana dönüştürüyor.
Şikayet edemiyorum. İnsanlara kızamıyorum. Laf edemiyorum. Hiç bişey. Birine kırılsam bile gururumun içine sıçıp yutuyorum o kırgınlığı. Neden? Çünkü hoşuma gitmeyen bir x'i ifade ettiğim anda karşımdakiyle tartışmaya başlayacağımı, karşımdakinin de yeter ulan dediği bir hali canlandırıyorum gözümün önünde. Bunca zamandır aynı sırayı, aynı müziği, aynı hayatı kimi zaman paylaştığım birini bir daha göremeyecek olmak fikri geliyor aklıma. “Eren çok yanlış yaptı” diyor yeni arkadaşlarına. Ben “yanlış yapan” olarak tanınıyorum. Ben silinmiş oluyorum. Birini kaybetmiş oluyorum, ama kimse beni kaybettiği için üzülmüyor oluyor. Beynim olası senaryoların en kötüsünü her zaman hazırlayıp önüme sunuyor! Sevilmeyen Eren, önemsenmeyen Eren, yalnız Eren. Aptal Eren, dar görüşlü Eren, insanları bıktıran, darlayan, küt kafalı odun Eren. Eren ileri Eren geri. Benim beynim üretiyor. Benim beynim susmuyor, ben atıyorum içeriye hüüp diyerek, susuyorum karşımdakine.
Tartışamıyorum ki kimseyle? En ufak bir gerginlik, ama en ufağı; bir yanlış anlama olsun, bir imalı laf olsun, herhangi bir saçma sapan şey anasını satayım lan, normalde karşılaşsan hiç siklemeyeceğin birşeycik bile olsa, anında pıt pıt attırıyor kalbimi ve devamını anladınız zaten artık sanırım. Nabzımı yükselten herşeyden uzak duruyorum adeta. Koşunca bile mesela kalp atışlarım hızlanıyor ve ben ısrarla “anaa kalbim hızlandı lan, aynı çarpıntı gibi” diyip bi anda çarpıntıya dönüştürüyorum ve bu sefer yolda koşarken kalp krizi geçirtiyorum kendime, çünkü senelerdir tatlıları yiyorum, ve her yerim ağrıyo zaten ve ben kesin hastayımdır, bi doktora gitmem gerek ama bi doktora da gidemiyorum çünkü hastanelerden geriliyorum, o yüzden kesin hastayım lan ben, birazdan da düşücem, insanlar toplanıcak ve falan ve filan ve çıldırıyorum.
Çıldırmıyorum tabii. Geçiyo. Çoğu zamanım gülerek eğlenerek geçiyor. Ama belli kodlar var kafamda onları kıramıyorum. Alkollü danslı ortamlarda geriliyorum, artık babamın bile süratli kullandığı araçta geriliyorum, tartışınca geriliyorum, sınıfta biri “hocam ama bu arkadaş şu an düpediz ayrımcılık yapıyo” denilince geriliyorum, her türlü anlaşmazlıktan, huzursuzluktan, tekinsizlikten geriliyorum ve ben; her seferinde daha daha daha çok itiliyorum kabuğuma ve artık Yaşlı Eren olarak dalga geçiliyorum ve “gençliğinin tadını çıkaramıyor” oluyorum ve ayak uyduramıyorum ve ayak uyduramadığım için ortamı bozan, sıkan, darlayan; pür bir gazla “hadi abi şunu yapalım” dendiğinde şaka olduğunu bildiğim halde 2 dakikacık ciddiyetimi bozmayıp “aman abi, onun şöyle tehlikeleri var tavsiye etmem” falan diyip muhabbetin içine sıçıyorum, kendimin içine sıçıyorum falan filan.
Peki soruyu tekrar soruyorum. Ben, böyle nasıl yaşiycam lan? Şimdi yeni modam bu. Beynim bu ara bunla çok meşgul. Sokakta rahat yürüyemezsin, bi anın tadını çıkaramazsın, sürekli evhamdan panikten insanlara, sevdiklerine konsantre olamazsın, aşırı derecede sakin olmasını istediğin hayatın seni dostlarından sevdiklerinden uzaklaştırıyor, e hasta mıyım değil miyim diye doktora, psikoloğa gitsem ortam beni deli gibi geriyor, ondan da korkuyorsun; bi dişimi çektirsem düşüp bayılıcam; ulan altı üstü sahnede önünde yanıp sönen ışıklar nedeniyle kendini bi anda uyuşturucu alıp sahneye çıkmış ve filmin biraz ilerisinde sahnede bayılıp düşüp ölecek adam gibi hissediyosun ve çarpıntı başlattırıyosun ve adeta bu durumdan güç bela paçanı ayılıp bayılmadan kurtarıyorsun! Onu yapamıyosun, bunu yapamıyosun! Bi gün pankreasım patliycak, götümde çıban çıkıcak, ne bileyim böbreğim çürüyecek çünkü yalın ayak geziyorum, veya akciğerlerim dolacak yaz kış donla geziyorum! AMELİYAT OLCAN LAN BELKİ Bİ GÜN, ne yapıcan? Sana anesteziyi verirken ne yapacaksın? Gözlerin bozulacak, çizdirmek isteyeceksin, lokal anesteziyle yapamazsın ki sen onu? Masada kalırsın vallahi çarpıntıdan. Anestezi geçecek belki sonra o iğrenç his, vücudun ağırlaşması, kendini bilememek, yiyememek içememek hali belki, iğrenç şeyler ve gene gerginlik gene sıkıntı.
Ne yapıcam olum ben?